31 Ekim 2009 Cumartesi

Fenerbahçe-Galatasaray Derbisi ve Düşündürdükleri

Bir Galatasaray taraftarı ama en önce bir futbol izleyicisi olarak 25 ekim 2009 günü Şükrü Saraçoğlu stadında oyananan derbi maçı izledikten ve gerek çevremde, gerekse çeşitli yayınlarda dile getirilen yorumları dinledikten sonra futboldan aldığım zevkin gün be gün azalmaya başladığını düşünmeye başladım. Yazacaklarımın özelde bu maçla bir ilgilisi olmadığını da belirterek bundan ötesini okuyacakları bilgilendireyim.
Maç esnasında yapılan verilen verilmeyen fauller, seyircinin oyunu baltalamaya yönelik tutumu, yöneticilerin açıklamaları dikkat belki sadece benim gibi futbolu öncelikle yenmek yenilmek için değil de zevk almak için izleyen bir avuç insan için bir defa daha gösterdi ki, futbolumuzdaki en büyük sorun belki bir çok konuda olduğu gibi toplumsal bazdaki hazım sorunumuzdur. Hazım derken ilk akla geldiği şekli ile hazımsızlık değil, aksine şaşırtıcı derecedeki olayları hazmedebilme sorunumuzdan bahsediyorum. Hakem kararları ile; hakeme, seyirciye, yöneticiye güvenerek futbol dışı bir oyun ortaya koyarak; fanatik, belkide tetikçi kalemlerle yanlı yazılar yazarak veya yöneticileri ile medyada görünüp tehdite varan açıklamalarda bulunup dolayısı ile federasyon üzerinden hakemleri etkilemeye çalışarak; karşı takım oyuncularını küfürle psikolojik, sahaya yabancı maddeler atarak, kalecilere lazer tutarak da fiziksel olarak oynayamaz hale getirerek maç kazanmayı hazmedebiliyoruz. Bunu yenilen bir takımın taraftarı olarak söylemiyorum. (Açık yüreklilikle o akşam galibiyeti hak eden bir futbol ortaya koyduğumuzu düşünmüyorum. Bunun sebepleri illa ki vardır ama onu teknik ekip düşünsün.) Bu inanılmaz hazım gücüne sahip olduğumuz için de futbolumuz ara bir yeşeren süreksiz bir kaç başarıdan daha fazlasını üretemiyor.
En başından zevk için izlediğimiz bu oyunu sadece skora bağlamış olmamız sebebiyle artık ne maçı kazanmadığımız sürece estetik bir golü, ne de golle sonuçlanmadığı için harika bir hücüm organizasyonunu fark edebiliyoruz. Kendi adıma futbol karşılaşmalarını atak esnasında kanat değiştirirken atılan tam isabet paslarda topun havada süzülüşünü, auta giden topta kalecinin havadaki görüntüsünü, 90 da bile patlasa serbes vuruş yapılan topun çizdiği kavisi, bir ikincisinde başarısız bile olsa ilkinde tutturulan çalımı görmek için izliyorum. belki bunun için futbol denilince aklıma daha az başarıya sahip dahi olsa Almanya'dan önce Hollanda geliyor. Ama özellikle bizim futbolumuz için bunların bir önemi yok sanırım. Bunlar da önemli değilse sadece kazanmanın hazzı varsa karşılaşma neden izlenir ki? Maç sonunda skoru illa ki bir şekilde öğrenir sözüm ona önemli pozisyon olan golleri ve faulleri izler, yöneticilerin açıklamalarını da ertesi gün medyadan takip eder işi bitiririm. Ve futbol seyircisiyim diye ortalarda gezinirim.
Allah'tan hala yurtdışından güzel bir kaç maç izleyebiliyoruz. Ve umut ediyorum ki bu hal dünya geneline yayılmaz. Yoksa eskiden büyük bir zevk ile izlediğimiz güreş musabakalarının şimdiki içler acısı durumunda olduğu gibi ,tuş ile biten bir maç, bir künde, bir salto ile karşılaştığımızda hissettiklerimizi, çölde su bulmuş gibi hissederiz. "Hey gidi günler. eskiden ne maçlar oynanırdı" deriz. En azından derim.

30 Ekim 2009 Cuma

Mitsubishi Lancer Evo X Test Sürüşü 25 Ekim 2009 (Atatürk Olimpiyat Parkı)


25 Ekim günü araba tutkunlarının hayallerini süsleyen Mitsubishi Evo X'in , nam-ı diğer "beyaz köpekbalığı"'nın, test sürüşüne katılma şansını yakaladım. TEMSA tarafından organize edilen test sürüşü başlıkta da belirtildiği üzere Atatürk Olimpiyat Parkında yapıldı. Benim de içinde bulunduğum bir avuç şanslı katılımcı sürücü koltuğundaki Ralli Pilotu Sehat Öztemir'in yanına oturarak aracın sınırlarını görme imkanı yakaladı.

Test aracı beyaz renkli 295 beygir gücünde MR TC-SST (6 ileri çift kavramalı yarı otomatik şanzımanlı) versiyonu idi. Test sürüşü esnasında 1 defa lastik (Bridgestone Potenza Adrenalin) değiştirildi.

Videonun Tamamı için: http://www.youtube.com/watch?v=xJ02w_FiLAo

İsim yazdırarak sıraya girildikten sonra sıra size geldiğinde hızlanma, ıslak ve kuru zeminde frenleme, ani şerit değiştirme, ıslak ve kuru drift atma, slalom gibi özellikleri kukalar dizilerek oluşturulmuş parkurda ASTC güvenlik donanımları aktif ve pasif durumda olmak üzere iki tur atarak inceledik. ASTC açık konumdayken araba bizim yoldan herhalgi bir biçimde çıkmamıza engel olup parkurları hakkıyla tamamlamamıza izin verirken, bu özellik kapatıldığında ise özellikle el frenli ve frensiz dirft atmaya izin vermesiyle tadına doyulmaz dakikalar yaşattı. Tabi burada test pilotumuzun maharetinin de etkili olduğunu söylemeden edemiyeceğim. Hele ki kendi Evo'larıyla (Tommy Makinen Edition , Evo VIII, Evo XI ve Evo X) organizasyona katılan araç sahipleri piste çıkıp parkurlarda maharetlerini sergile(yeme)dikten sonra araba ne kadar muhteşem de olsa sürücünün önemini de hakkıyla görmüş olduk.


Hava biraz kapalı biraz da rüzgarlı olmasa (olimpiyat stadının rüzgarını duymayan kalmadı zaten) ve de umduğumuz çıkıp Serhat bey bize kapanışta bir şov yapsa üzerine kaymak olacaktı. Kısmet değilmiş.

Bizzat çektiğim fotoları ve videoyu ekledim. Videonun kesit kesit olmasının nedeni makinemin (Olympus SP560-UZ) en yüksek çözünürlükte maksimum 40 saniyelik çekimler yapmasıydı. Sanırım bu sensörü koruma amaçlı bir sık rastlanılan bir durummuş. Neyse daha sonra çektiğim fotoları Camtasia Studio programı ile birleştirip izlediğiniz hale getirdim. İçerden kasten kayıt yapmadım 2-3 dakika sürecek bu zevki kamerayla 40 saniyede bir uğraşarak heba etmemeyi tecih ettim. İçerden buradan göründüğünden 4-5 kat daha keyifli olduğunu ama üzerine gelen G kuvvetinin veridiği keyfin de bundan 4-5 kat zevkli olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

4 Ekim 2009 Pazar

Gelin Arabası Olmanın Dayanılmaz Hafifliği veya Ekstrem Planlar

Hayatımda 3. defa gelin arabasında bulundum. Birinde doğal olarak damat olarak gerçekten bulunmam gerektiğinden. Ama ilginçtir ki kendi arabama sahip olduğumda hep başkalarının düğünlerine iştirak ettim.
Kabus... Sadece düşüncesi bile tüylerimi diken diken etmeye uykularımı bölmeye yetecek bir organizasyon. Düğünün kendisi değil. Gelinle damata mobiliteyi sağlayacak aracın şöförü ve dahi sahibi olmak.
Düğün ve nikah salonları etrafını ve hatta ve hatta buralara gidiş güzergahlarını avlanma sahası belirlemiş sırtlanların, servet düşmanlarının hedefi olma gerginliği beni benden alıyor. Yol üzerinde denk gelince arabadan arabaya korna çalıp şaka ile karışık ama nazikçe zarf istemeyi, mahalledeki çocuklara bir şeyler vermeyi kast etmiyorum. Burada düğün arabası önünü meslek edinmiş mesleksiz insan müsvettelerinden bahsediyorum.
20 yaşın üzerinde nasıl bir insan evladı ve ne sebeple otoban üzerinde yol kesmeye çalışır ki? Kaç para alıcağını düşünerek, nasıl bir motivasyonla 100 km/saat hızla giden aracın önüne grup halinde çıkma cesateti gösterebilir?
Birinci deneyim,
Yer Aksaray Vatan Caddesi. 6-7 kişilik bir grup. Hem de öyle bir grup ki yolda görsen yolunu değiştirirsin. Işıklarda duran aracı önüne atladı. Arabadaki bayanlar o derece korktu ki hali hazırda bulunan zarfları vermek için pencere bile açamadık. 30'lu yaşlarda arabaya yaklaşmış böyle bir gruba cam pencere açmak cesaret ister zira. Ne öyküler dinledik bu yolla yapılan gasplar hakkında. Açılmayan camlara, alımayan zarflara verilen cevap ise haklılığımızı gösterir biçimde vandalca. Yumruklanan, tekmelenen araç, koparılmak amacıyla asılınan silecekler... Cevabım ise gazı kökleyip üzerimdekilerin üzerine sürmek oldu tabi.
İkinci deneyim,
Yer Kadıköy, Ziverbey E-5 bağlantısı. Otoyola çıkmanın verdiği güvenle 100 km hıza ulaşmışım bile. Geri döünş yolundayız ve o ana kadar her şey sıkıntısızca halledilmiş. Hatta önümüz normal insanlarca bile kesilmemiş. Ama yol kenarında bekleşen grubun bizi fark ederek E-5 bağlantı yolunda bir şeridi kapatacak biçimde önümüze atlamaları ile bozuluyor ruh halim. Şeride iyice yayılıp saçma sapan hareketlerle niyetlerini belli eden yine 20 yaş üzeri 7-8 kişilik bir güruh. Ama şükür ki yeterince hızlıyım ve aramızda daha da hızlanmam için yeterli mesafe var. Ve aynen durumdan faydalanıyorum gaza basıyorum, tam üzerlerine yaklaşırken şaşkınlıklarını görmek bir keyif. Ve son anda diğer şeride atlama ile sonuçlanan final. Durmak arabayı tekmeletmek zorunda kalmadık. Ama son sözü yine onlar söyledi arkamızdan arabaya sallanan bir taş... Arabada çıkardığı ses... Ter yönde giden bir araca fırlatıldığından olsa gerek gözle görülen bir ziyan yok. Ve düğün evine sağ salim varıyoruz. Keşkelerimizi kaşıklıyor günü kapatıyoruz... Ha o manevralar esnasında yağmurlu havaya rağmen arabamın sahip olduğu yol tutuşa, esp gibi güvenli donanımlarına rağmen yol kesenlerden birisine arabyı bodoslama çaksaydım ne olurdu? Düşünmedim değil. Olacağı şu ben basıp giderim. Ardıma bile bakmam su testisi su yolunda zira. Polis alsa ne olcak? Cevap basit yolda ne işleri var? Göremedik. Olay sonunda da kalabalık bir grup olduklarından korktuk, durmadık.
2 de 2 deyin, %100 deyin, sıkıntı çıkarmış düğün arabası sahipliği. Bunlar benim için yeter de artar bile. Allah'tan çevrede daha fazla benden ricacı olacak kimse yok. en azından uzunca bir süre.
Peki ya diğerleri? Bunun sağlam bir çözümü olmalı... Bunu ilk olaydan sonra düşündüm zaten. Ve gönüllere su serpecek çözümü buldum... Ama bunun için bir düğün organizsyonu değil başka bir organizasyon gerekli.
Gerekli malzeme: 1 adet araba, 1 adet minibüs, yeterli sayıda eli sopalı eleman.
Hazırlanışı: Araba gelin arabası şeklinde süslenir. eli sopalı arkadaşlar da minibüse bindirilir. Araba belirli bir mesafe bırakılarak konvoy yapılır ve densizlerin pusu kurduğu bölgeye gelinir. Araba durdurulur. Tabi minibüs de peşinden. Ne oldum demeden elemanlara temzi bir meydan dayağı atılır.
Afiyet olsun.
Ha. poliseye tedbirler mi? Polisin bu gibi olaylardan haberi olduğunu pek sanmıyorum. Olsa kesin tedbir alırlardı. Aynı emniyet şeridinden gidenlere, sonuna kadar müziği açıp yollarda gezinenleri, ara sokaklarda hız yapanları, ayarsız, yüksek ışıklı ya da sis farı ile seyahat edenlerin hakkından geldikleri gibi.

2 Ekim 2009 Cuma

2010 Mitsubishi Lancer

2010 model yılı olarak satışa sunulan Lancer modellerinde bazı donanım değişiklerine gidildi. ilk bakışta olanlar şöyle:
  • BlueTooth bağlantı kiti standart donanımdan çıkartıldı.
  • Ön sis farı standart hale geldi.
  • Far sensörü ve yağmur sensörü standart donanıma eklendi.
  • Düz vitesli modellerde motor ve egzost da düzenleme yapılarak yakıt tüketimi 0,4 lt/100 km düzeyinde düşürüldü. (Otomatik viteslilerde değişiklik yok.)
  • Klima kontrol düğmeleri parlak metak aksesuarlı hale geldi.
  • Müzik sisteminin anteninde daha küçük model kullanılmaya başlandı.

Şimdilik akla gelenler bunlar.

Mitsubishi Lancer 1.5 invite AT



Karaya daha önce bir başkası tarafından çıkarılmış olan bir köpekbalığını ikinci el olarak devraldım. Yavru köpekbalığı ile başlayan Mitsubishi maceram artık köpekbalığı lakabının asıl sahibi Lancer ile devam ediyor.



Araç hakkında genel bilgi:


  • 1499 cc 109 Hp 143 Nm enine yerleştirilmiş 4 silindirli, çok noktadan enjeksiyonlu, 16 valfli, Mivec motor,

  • 9 hava yastığı (Ön sürücü ve yolcu (2), yan sürücü ve yolcu (2), ön ve arka perde (4) ve sürücü diz (1) hava yastıkları),

  • ESP, ARS, ABS,

  • 4 tekerde disk fren,

  • 4 ileri invecs II tam otomatik şanzuman,

  • 6 Hoparlörlü, mp3 destekli, direksiyondan kontrollü radyo/CD çalar,

  • Direksiyondan kontrollü Bluetooth handsfree telefon kiti

  • Tümü elektrikli ve sıkışma önleyicili otomatik camlar,

  • Isıtmalı yan aynalar,

  • Arka sis farı

Sahip olduğum araçta bulunan ek donanımlar:
Ziebart cam filmi (önler bir ton açık),
  • Ziebart ses yalıtımı,

  • Ön sis farı,

  • Ön ve yan rüzgarlılar

  • Anatomik spoiler

  • Aux giriş


Araç hakkında genel izlenimlerim:

Öncelikle her ne kadar 1.5 motor yetersiz denilse de muadili bir çok araçtan güç ve tork olarak aşağı kalır bir yanı yok. Atmosferik motorlar düşünüldüğünde (yani vw grubunun tsi motorlarını saymazsak) 1.6 litre olan Civic (125 hp), Corolla (124 hp), 1.6 Focus (Düz:115 hp), Astra (115 hp) nin altında olmasına karşın 1.5 Impreza (107 hp), 1.6 Leon (Jetta) (102 hp), 1.6 Focus (Otomatik:100 hp) gibi araçların, - hem de daha düşük motor hacmine sahip olmasına karşın, üstünde olması bizi araca çok da haksızlık etmemek gerektiği, segmentinin özelliklerini taşıdığı sonucuna ulaştırıyor. Tabi bu aracın türkiyede satılan 1.8 lt bir versiyonunun da bulunduğunu hatırlatmakta yarar var. Yine de Evo X modeli ile aynı kasayı taşıyan bir araçtan insanların daha performanslı olmasını beklemesi de bence çok yanlış değil. İstenilen satış rakamlarına ulaşmadığından (ve vergi dezavantajları da hesaba katılırsa) aracın yurtdışında satılan 2.0 lt dizel (vw üretimi), 2.0 lt ve 2.4 lt benzinli versiyonlarının, gücü azaltılmış Evo diyebileceğimiz Ralli Art versiyonlarının ülkemize getirilmediğini de eklemek gerek.
Neyse ben deneyimlerimden bahsedecektim laf yine başka yere gitti. Aracım otomatik olduğundan dolayı çok atak değil. 0-100 km hızlanma değerleri yetersiz gibi olsa da (drag yarışı yapmadığımızı da düşünerek) ara hızlanmalarının yeterli olduğu, sollamalarda bir sıkıntı oluşturmadığı, her ne kadar fabrika verisi 175 km bile olsa 190 km hıza (180 den sonra nazlanarak) ulaştığı düşünülürse fena değil diyebilirim. Hele ki duyarlıbir kişi olarak hız sınırlarına riayet ediyorsanız (ben 190 km hızı gece yarısı paralı otobanda ve sadece bir defaya mahsus yaptım) bu hız bantı için araç başarılı.
Motor gürültüsü (Colt ile karşılaştırıldığında) yok gibi. Rüzgar sesi ise yüksek hızlarda fazla diyebilirim.
Motor düşük devirlerde de canlı. Dik yokuşlarda araç bayılmıyor.
Yol sesi iyi seviyede. Tabi benim aracımda ses yalıtımı olduğunu da hatırlatmak isterim.
Sürüş konforu mükemmel. Çukurları hissettirmiyor ve sessizce işini görüyor.
Yol tutuşu çok başarılı. Henüz ESP'lik bir durum yaşamadım en azından.
Ön görüş ve oturma pozisyonu güzel. Ama arka görüş sedan araç olduğundan kısıtlı.
Yakıt tüketimi otomatik araç için başarılı. Şehirler arası tüketimi çok daha iyi ama şehir içi tüketimi de başarılı. fabrika verilerini rahatlıkla tutturabiiyorsunuz. Hatta bir uzun yolda fabrika verisinden çok daha düşüğünü yakaladım.
Vites geçişleri sarsıntısız. Ama otomatik vites dik yokuşlarda kaydırıyor. Bu aslında şimdiye kadar işie yaradı diyebiirim. Önümdeki manuel araçların kaydırması sonucu başıma iş almadım en azından. Diğer rolantide yokuş tırmanacak kadar motorun güç üretmemesi bana yakıt ekonomisi olarak geri dönüyor. Zira rolantide yokuşu bile tırmanmak için debelenen bir aracı frenle durdurmak hem şanzıman hem de ekonomi bakımından çok da faydalı olmasa gerek. Yine de bir yokuşta kalkış desteği olması daha iyi olabilirdi.
Göstergeler başarılı ve konroller ergonomik. Ancak iç mekandaki işçilik çok iyi değil. Malzeme kalitesini ise zaman gösterecek.
Bluetooth telefon kiti kullanışlı. Ama Türkçe desteği olmadığından yabancı dili olmayanlar için sıkıntı da doğurabilir. Zira her şey sesli komutlarla hallediliyor. Böylelikle yoldan gözünüzü ayırmanıza elinize telefon almanıza gerek yok. Fakat hafızada olmayan numaraları arayacağınız zaman tek tek kodlamak gerektiğinden sorun olabilir.(O kadar sayıyı aklımızda tutmuyoruz ki artık. ) Sesli arama yapabilen bir cep telefonu ile bu sorun olmaktan çıkabilir.

Toparlarsak:

Artıları

  • Fiyatına göre uygun bir araç

  • Yüksek güvenlik seviyesi ve yol tutuş

  • Yüksek donanım

  • Ekonomik motor

  • Geniş iç hacim

  • Japon üretimi
Eksileri
  • İkinci el performansındaki dalgalanma

  • Dizel motorun Türkiye'de olmaması

  • Eski nesil otomatik vites (Twin-Clutch olsa güzel olurdu ama fiyat da uçardı herhalde)

  • Arka görüş

  • Az aksesuarın bulunması

  • İç mekanda orta düzey işçilik